22 Şubat 2012 Çarşamba




"Herkes için devam eden bir hayat var hâlâ..
Yoğun yaşantılar, arkadaşlarla buluşmak, alış-veriş yapmak, çocuğu okuldan almak, otobüs beklemek, vesaire..
Nice hengâmenin gölgesinde unutulan başka bir hayat daha var.
Boyanması gereken ayakkabılar, taşınmayı bekleyen çuvallar, üşüyen eller, kirlenmiş kazaklar, vesaire..
İnsan oturup bir çay söylese kendine, elindekileri fark etse, etrafına baksa ne güzel olur değil mi?
İnsan yaşadığı dünyada farklı yaşamlar olduğunu anlasa, ansızın bir gün çıkıp dolaşsa yokluğun dar sokaklarını..
Sorular sorsa kendine mesela: Hiç rengi siyahlaşmış pantolonumuz oldu mu..? Ya da kömür tozlarından kirlenmiş bir kazağımız..?
Yetim bir çocuk akşam nasıl doyacağını düşünürken bizler en son hangi lüks lokantada hangi yemekleri yedik..?
Soğuk kış günlerinde yıkılmış duvarlar arasında üşürken giyecek mont bulamamanın ne olduğunu kaçımız biliyoruz..?
Hayatın yükünü kimlerin çektiği çok belli aslında.
Biz sadece yaşamaya çalışıyoruz, onu da becerebiliyorsak.
Sadece kendi hayatımızın yorucu temposunda monoton bakışlarla bakıyoruz aynaya.
Küçük şeylere o kadar çok takılıp kalıyoruz ki, değer yerine fiyat biçer olduk her şeye.

21 Şubat 2012 Salı

Üşüyorum, ama sen anılarla sarma beni ve anlat yalnızlığımızı...


Gittikçe yalnızlaşıyorum bir sen varsın
karşılığı olmayan sorular düşüyor aklıma
ve kuşların intihar tasarısından söz ediliyor kentte
soğuyan ellerinde kalıyorum bir kırlangıç gibi
Ellerin bir mecnun yurdu, upuzun bir sessizlik
birlikte okuduğumuz kitaplar kadar sımsıcak

Biz bu kitapları ne zaman okuduk ve niçin
her satırını çizip notlar düştük kıyılarına
Dünya upuzun bir çöl sanki, bir buzul kütlesi
karşılık bulamıyorsun aklıma düşen sorulara
ve düşüp duruyor kırlangıçlar, üşüyorum
bir yolcu hüznüyle geçip gidiyor ömrümüz

Sesine bir esmerlik düşüyor parçalanıyor yüzün
kayıp gidiyor parmaklarımın arasından
bir aşkı anlatmak için seçtiğim sözcükler
hep yanlış numaralar düşüyor telefonlarda
kaçırıyor korku bakışlarını eski tanıdıklar
Bir sen varsın kurtulursam bu aşkla kurtulurum

Gülüşü süt mavisi insanlar vardı/ nerede şimdi
çoğunun adını unuttum çoğunun kimliğinde kazınmış adresler
Nevin canına kıydı geçen gün, şiir gibi bir kızdı bilirsin
Öner enfaktüs geçirmiş içerde, kesik kesik öksürürdü eskiden
Ayşe ise acemi bir sokak yosması artık
Üşüyorum, ama sen anılarla sarma beni ve anlat yalnızlığımızı
...

A.TELLİ

20 Şubat 2012 Pazartesi

NE ÇOKKK...

Ne çok istemiştim aslında ellerini ellerimde terletmeyi...gözlerimi gözlerine uzunca bakmaktan yaşartmayı,saçlarını ellerime kelepçe gibi bağlamayı.. sen uyurken yüzünü okşamayı... Canımdan geçercesine sarılmayı kollarında uyuyup kalmayı çocuk gibi mutlu olmayı,koşuşturmayı,yorulunca kırlara uzanıp gökyüzüne dalmayı … Çarparken meltemler yüzümüze tüm hüzünlerden arınmayı... Her dakikayı dolu dolu yaşamayı..şehri izlemeyi,yürüş yaparken düşünmeyi…Kızıllaşınca sema; güneşin batışında günü yolculamayı geceyi ağırlamayı mumlarla... Hiç bir zaman bitmemeyi,solmamayı... Sana canımı vermeyi...ömrümü ömrüne iliklemeyi..nefesimi nefesine eklemeyi (14 değil) 18 ŞUBATIN olmayı ne çookk istedimm... Seni,seninle olmayı böyle istedim ben...

ne diyeyimm

Gitmeni de istemedim kalmanı da.... Gitmen de tüketti yüreğimi kalman da... Hic ortası olmadı. Varlığında yokluğuna, yokluğunda varlığına ağlattın... Sevdin mi? Sevmedin mi? Birleştik mi? Ayrıldık mı? Ben hiÇ bilemedim. Hep iki Ayrı noktadaydık biz.... Baharda varsan güzde yoktun. Dilde varsan sözde yoktun. Ne Başı oldun sevginin ..., ne de sonu.... Ne gitmeyi bildin ne de kalmayı ...! BEN SANA NE DİYEYİM...

19 Şubat 2012 Pazar

belki...

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
yırtılan ve parçalanan birşeyler olmalı mutlaka
hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler

Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü

Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
"Tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi
tükürsek cinayet sayılıyor artık
ama nerde kaldılar, özledim gülüşlerini onların

Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
tek yaprak bile kımıldamıyor nedense
ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
okuduğum bütün kitaplar paramparça
çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
sırnaşık aydınlar, arabesk hüzünler
bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma

Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
dizginlerini koparan bir at sanki bu
soluksoluğa kalıyorum her sonbahar
ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim

Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
birgün gelirsek hangi kent güzelleşmez
şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün..
(a.telli)

17 Şubat 2012 Cuma

UMUTTTTTTTT

Bir padişah, iki adamı ölüme mahkum etmiş.
Padişahın atını ne kadar sevdiğini bilen mahkumlardan bir tanesi, " Hayatını bağışlarsa bir yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini " söylemiş..

Kendini dünyadaki tek uçan ata binerken hayal eden Padişah bunu kabul etmiş..


Diğer mahkum inanmayan gözlerle arkadaşına bakmış ve :

..." Atların uçamadığını biliyorsun.. Nasıl olup da böyle delice bir fikirle çıkabildin ortaya ?..Yalnızca kaçınılmazı geciktiriyorsun o kadar.. "


" Pek değil.. " demiş birinci mahkum..

" Kendime dört özgürlük şansı veriyorum.. "


Birincisi : Sultan bu yıl ölebilir..

İkincisi : Ben ölebilirim..

Üçüncüsü : At ölebilir..

Dördüncüsü : " Belki ata uçmayı öğretebilirim... "


Umudumuzu hiç kaybetmeyelim...

kimse bir başkasının ne yaşadığını bilmez... sevgi nedir???

Sevgi nedir diyoruz her zaman...
Evet bu soru kimi sevenler için basit ve güzel, kimileri içinde acı ve zordur...
üretmekmiş sevgi,.paylaşmakmış, beraber tüm zorluklara rağmen katlanıp sevmekmiş sevgi.....buraya daha nice güzel ve iyi sözler sığdırabiliriz öyle değilmi?...duyuyorum…evet diyorsunuz…şimdi bana peki neden mişli söylüyorsun bunları diyeceksiniz…ne yani yalan mı diyeceksiniz…..
Evet yalan …evet mişli….
….Temelden bir bina bozulunca veya göçünce bina nasıl harabeye dönüşüyorsa nasıl çöküyorsa, sevgiyi harabeye, yalana, mişe çeviren, bozulabilen ve göçebilen bir temeli vardır.
SADAKAT ve GÜVEN….bu kelimeleri hiç düşünmeden yukarıda sevgi için yazılmış güzel sözcükleri yeniden yazabilir misiniz…. eminim yine mişli olurdu yazdıklarınız.

Veya böyle olurdu bir ihtimal;

Üretmekmiş…. yalan… paylaşmakmış…… yalan….beraber tüm zorluklara rağmen katlanıp sevmekmiş……. yalan…vs..vs… buraya daha bunun gibi daha nice kötü yalanlar sığdırabilriz….güven ve sadakat olmadıkca sevgi yalan……ve dikkat edin sakına bu yalanlara inanıpta benim gibi göçük altında kalmayın!!!!!!!

İşte sevgi nedir sorusuna cevap işte bazıları için böyle acı ve zor oluyor maalesef...

dokunma ağlamıyorum...

İyi’ demek adettendir ya !
‘İyiyim’ dedim…
Değilim.
Anlatılması zor bir duygu içimde ki.
Her harf
Her kelime
Ve her cümle, olduğundan ya çok basit ya da daha karmaşık bir hale getiriyor dilime getiremediklerimi.
Birgün konuşmayı unutmak, sadece susmak istiyorum.
Birgün susmayı unutmak, olur olmaz konuşmak istiyorum.
‘Kime, neye konuşursan konuş’ diyorum…
Yeter ki susma!
Hiçbir söz yetmiyor, beni ‘bana’ anlatmama…
Dinleyemiyorum kendimi, acımadan içim…
Dokunsalar ağlayacağım bir ömür boyu…
Ve değseler hüznüme, döküleceğim parça parça…
Bir anlık değil, boğulduğum bilinmezlik.
Acısı çıkıyor sustuklarımın.
Oysa ben iyiyim görünürde !
Anlamını içime çeke çeke mutluluğa erişemiyorum…
Ya hep ben fazla geldim ya da hep bir şeyler eksik kaldı…
Şimdi iyi olan ne varsa, üzerine çizgi çekemediğim kırgınlıklar sarıyor dört yanını.
Ve ben,
İyi olmanın eşiğinde, korkulara kapılıyorum anlamadığım bir biçimde…
Sebebim yok.
Belki de çok…
Biliyorum;
Ben bile kendimi anlayamıyorken anlaşılmayı beklemek, hayalden de öte .
Ben kendimi,
Görmüyorum
Duymuyorum
Ve bilmiyorum…
Dokunsalar ağlayacağım bir ömür boyu…
Ve değseler hüznüme, döküleceğim parça parça…

(alıntı)

YUSUF




Yusuf olmak zor çok zor…
Yusuf’san önce sevmekle başlayacaksın çileye…
Öyle bir seveceksin ki; şüphe olmayacak içinde. Öyle saf, öyle temiz olacak işte.
En yakınların kesecek başını… En yakınların itecek seni karanlıklara…
En yakınların yakacak her zerreni. Ve sen güzel görecek, güzel bakacaksın her şeye…
Dedim ya; Yusuf olmak zor çok zor Bu dünya perdesinde Yusuf olmayı seçtiysen, önce dar kapılardan geçeceksin…
Dört duvara dokunacaksın, her köşe başında bir kuyu olacak sen girecek – sen çıkacaksın.
Her çıkış bir başlangıç, her düşüş bir devrin bitişi olacak. Ve O’ndan başka kimseyi imdada çağırmayacaksın.
Zindanların yakın edecek bütün yaratılmışı… Dağlar yoldaşın, taşlar arkadaşın, kuyular sırdaşın olacak. Önce sıla yakacak içini… Sonra adı hasret olan tüm özlemler gelecek peşinden… Sabırla başlayacak dünya sürgünün.
Yusuf olmak zor çok zor…“Nurunda hoş, narında” diyeceksin. Tüm ateşleri gül diye tutacaksın.
Kor önce avucunu, sonra yüreğini yakacak, susacak susacaksın “ Ah” demeyi bile çok göreceksin diline.
Şikâyet kapılara gelip gelip gidecek eski yerine.. Sevmenin ne zor olduğunu elbet anlayacaksın.
Yusuf olmak zor çok zor… Köle olup önce pazarlarda satılacaksın… Saraylara ayağında kelepçeyle gireceksin.
Toprak değecek tenine, rüzgâr savuracak tanelerini gözlerine Kimse inanmazken sana, yitirmeyeceksin hiç ümidi.
Hamken yanacak, yandıkça pişeceksin, “Elhamdülillah” kemerini kuşanacaksın, Çileden geçmeden gidilmez hiçbir yere..
Çekecek çekecek hep pişeceksin… İmtihanı öyle kolay olmayacak aşk yolunun Her adımda bir kez daha bileneceksin.
Yusuf olmak zor çok zor… Her yanışında anlayacak; Yusuf olmak zor diyeceksin.
Sonra aşkın ne zehir olduğunu tadacaksın, Kılıçtan keskinliğini, nankörlüğünü, acizliğini Yolun zindanlara düşecek, edep perdesinin ardında bekleyeceksin.
Beyaza değen siyah temizlenene kadar sürecek bekleyişin. Öyle kolay olmayacak siyahtan arınmak,
Yani seneler sürecek bekleyişin. Kapılara asılacak Yusuf gömleğin, Bakıp bakıp, eğeceksin başını Ama mahcubiyetten değil, yine edepten olacak sakınışın. Ne zamanki sebepler kapısını kapatıp tümden,
Dönünce yüzünü Rahmana bir haber gelecek gaybtan: “Yusuf tertemizdir günahtan” Sultanlığın yolu zindandan geçecek bileceksin…
Dedim ya; Yusuf olmak zor çok zor..
Yusufken sultan olmakta zor Hele Yusuf’un Yakup’u olmak, işte o hepsinden zor…
YUSUF İLE ZÜLEYHA'dan